12 Kasım 2010 Cuma

Çalakalem

“Kız çocuğu” yazı yazmaya hangi vesile ile başlar…
Âşık olunca sanırım en azından benim için öyle oldu. Sonra da öyle devam etti. Dönüp bakınca en çok içimi sızlatan şeylerden biri 13 yaşındayken yani ilk âşık olduğumda doldurduğum defterleri, bir ara kapıldığım anlık öfke seliyle birlikte fırlatıp atmış olmam… Herhalde biriktirdiklerimin içindekilerin en kıymetlileri olurlardı şimdi, ama yok işte.
Olsun, elde var sıfır DEĞİL, kalp hala aynı kalp, anılar hala yerli yerinde, ilk aşk heyecanının verdiği o garip coşku da hala içimde bir yerlerde. Ara ara kimilerine görünüyor, bastırılmıyor. Zaten ben duygularını bastıran, sakin bir insan olamadım pek. Hep bir şeylere kapıldım sürüklendim; bazen öfke seline, bazen sevgi seline, tutku, arzu, isyan seline… Hepsi bir şekilde iç içe değil mi zaten?
Bu yazıyı niye yazıyorum onu anlatacaktım aslında… Heyecanlıyım çünkü ilk defa bir blogum olacak can dostlarımın da desteklemeleriyle :) Bana heyecan vermesinin sebebi birden çok kişiye ulaşacak olması yanında, günlüğümü birilerine okutacak olmam! Çünkü yaşadığım şeyleri yazmayı seviyorum; birebir kendi yaşadıklarım veya duyduğum gerçek hikâyelerin beni etkileyip yoğurmuş, bende bir şeyleri şekillendirmiş olmaları heveslendirip oturtuyor beni bilgisayarın başına. Aslında çok klasik bir insanım, öyle görünmesem de eskiye ve elle tutulur olana çok bağlıyım. Sıvaşan mürekkep ve çevrilmekten buruşan sayfaların yerini dijital hiçbir şey tutamaz; bu da bitmek tükenmek bilmeyen bir kitap yazma hevesine getiriyor ki, oraya varmak için daha çok fırın ekmek yemeliyim, farkındayım. Acemilikten korkan birisi için bu adımlar bile cesurca diye düşünüyorum, yazdıklarımı okumaya değer bulduğunuz için de size tekrar teşekkür ediyorum…
Aşk ve yazı ilişkisinin başlangıcına geri dönecek olursak; o ilk defterlerin saflığını pek az şey karşılar. Kim bilir neler vardı içinde? “Onu seviyorum, seviyorum. Allah’ım ne olur bugün karşılaşalım” gibi şeyler hatırlıyorum yarım yamalak… kar-şı-la-şa-lım!!! O yaşlardan bu yaşlara ne çok şey değişti değil mi? Karşılaşmak en kıymetli şey iken gittikçe arzular ve istekler başka boyutlara varmaya sonunda toplumsal bir itelemeyle de birlikte ev-le-ne-lim’e varır oldu. El ele tutuşmak, öpüşmek, sevişmek, sohbet etmek, hep bir arada olmak, aynı evde yaşamak, hayatları imza yoluyla birleştirmek yolunda hangilerini kalben içimize sindirdik, hangi noktaya gerçekten isteyerek vardık, hangileri ister istemez peşi sıra geldi bilemiyorum. Öyle olması gerektiği için yaşanan o kadar çok hikâye duyuyorum ki… Bu hikâyelerin bir yerlerinde çalakalem başlayan yazı susuyor, öyle değil mi? O rutinin içinde neyi yazayım diyorsunuz… Ben dedim.
Sonra güllük gülistanlık rutin rayından çıkmaya başlıyor, sarılıveriyoruz yine kâğıda kaleme, içimizi dökeceğiz yahu, insanız; biz de bir şekilde rahatlayacağız. Derinlerde bir yerlerimiz acıyor, çok acıyor ama bakıyoruz paylaştıkça kabuk bağlamaya başlıyor; defterle veya dostlarla, fark etmez, kendimizi iyileştirmeyi biliyoruz; sonra bir bakıyoruz kabuk düşmüş altından kan filan sızmıyor artık. Acı yok :) rahatlamışız, kendimize güvenimiz yerine gelmiş… İzlere gelince bazıları hala yerli yerinde duruyor derini/incesi, hatırlatmak için bize yaşadıklarımızı, neyi niçin yaptığımızı, kimin niye peşinden koştuğumuzu, hangi yola niçin girdiğimizi, bu noktaya nasıl geldiğimizi… Yıllar geçtikçe onlarla daha güzel olduğumuzu düşünüyorum, bizi işlenmemiş altından (tamam biraz egosantrik oldu) mücevhere dönüştürdüğü için… Küpeyle, bilezikle, kolyeyle, yüzükle dolaşmak daha zarif ve güzel ve çekici ve gizemli değil mi, pırıl pırıl bir altın parçası olmaktansa? Aynaya bakıyorum ve 13 yaşındaki kız çocuğundan daha güzel buluyorum kendimi; gözlerim daha manalı bakıyor, duruşumdaki ağırlığı daha çekici buluyorum… Hepimiz değerliyiz, altınız ama işçilik var ya bir de yılların getirdiği, o işte paha biçilemez, bence! Bunu da belki, kısmen, bizi bu noktaya getiren, arkasından bin bir türlü gözyaşı döktüğümüz, camı çerçeveyi indirdiğimiz ve aslında buna değen/değmeyen aşklarımıza borçluyuz…
Ne olur aşk hiç bitmesin ve biz hep yazalım!

1 yorum:

  1. Sevde, sondan başlayıp başa kadar tum yazdıklarını okudum. oyle iyi geldin ki..tanısmam lazım seninle!

    YanıtlaSil