5 Haziran 2011 Pazar

Tüm Sevdiğim Kadınlara...

Son birkaç yıldır başımı nereye çevirsem aynı şeyi görüyorum… Ürkek, kaygılı, kuş gibi pırpır bakışlı, rimelli bir çift göz. Belki hep varlardı da ben süt ve liman diyarımda asa ve pelerinimle gezerken fark etmemiştim. Farkındalık önemlidir; hem kendine, hem hayata dair yolun yarısı eder bence.
Kadınlar, tüm sevdiğim kadınlarda bazı bazı titrek bakışlar…
Öyle iyi anlıyorum ki o gözler bulutlandığında, bakışlar dumanlandığında kalplerden, zihinlerden geçenleri. Bazen sevindiriyor beni, hisseden insanlar var etrafımda diye, bazen de burkuyor hem algımı, hem yüreğimi. Bir telâşe var işte ya, bir adama dair, hayata, alkole, ağrıya, sızıya dair. Dönemsel olarak kendi hayatınla empati kuruyor, buğulu bakışları cımbızlıyorsun pırıltılılardansa. Onlara uzanmak bencilce “soylu” geliyor; izin verseler arsızca silivereceğim hani gözpınarlarında irileşen, düştü düşecek o damlayı. Paylaşmak da istemiyorum eşimle, dostumla, fark etsin istemiyorum kimse, o damla benim gömüm, benim hazinem. Duygular hazinedir fark edebilene; farkındalık önemlidir, yolun yarısı eder bence. Maralı ürkütmeden varlığını hissettirmek tecrübe ister; ses etmiyorum çoğu zaman. İster istemez buluşuyoruz bir anlığına anlayışa sığınmak istercesine her şeyden, herkesten gizli, ürperten soğuktan kaçarak…
Denize dalar gidersin ya hani elinde bir ağ, yakalamayı umduğun her neyse onu bekleyerek… Ben elim boş dönmedim o denizden hiç. Hep yakamozları biriktirdim klişe de olsa ışıltıya tekabül ettiği için. Keder, tasa, hüzün, endişe, ayrılık, acı… Duygu olsun yeter; duygular pırıltıları çünkü hayatın gecesini gündüzünü yaşanır kılan…
Define arıyorsak guruba dalıp durmak, gökkuşağının dibini eşelemek yerine cesaretimizi toplayıp önce içimize, sonra içimizden birilerine bakmalı. Mutluluğu kolayca elimizle uzanıp tutabileceğimiz, bir sürüsünün içinden ayıklayabildiğimiz yanardöner midye kabuklarında değil, aşağılarda, sımsıkı kökleriyle bilmediğimiz derinliklerimize yapışmış, dokunduğumuzda bizi irkilten yosunlarda aramalı belki de. Işıltısıyla gözümüze, yüzeyselliğimize oynayan güzelliklere değil, bizi rahatsız eden karanlıklara, içimizi sıkan, kalbimizi, canımızı, derimizi yakanlara bakmalı belki de… Doğru zaman geldiğinde onları kopartıp masmavi ya da pespembenin tadını çıkarabileceğimizden emin, oldukça vakur bir edayla hem de.
Saç rengi, ten rengi, ruj rengi farklı kadınlarda aynı ifadeyi yakalamak, benim için ne büyük umutsa o hayatlarda çok yakında bir şeylerin demir alacağına dair; onlarda anlık burukluklar, kırıklıklar… Hansel ve Gretel gibi kendilerini koruma ihtiyacına güdülenmiş bir tavırla ekmek kırıntılarını koyu yeşil ormanın içine bir umut ufalarlarkenki telaşelerini görüp, ben hep o kırıntıları toparlamaya çalışıyorum kara kargalar yemeden bulayım izlerini yeter ki kaybolmasınlar diye hayatlarında…
Ne kör kuyuda boğulanına, ne çölde kuruyanına, ne de çınar gölgesinde kararanına hiç rastlamadım o kadınların. Hepsi içlerindeki bazen cılız, bazen gürül umutla aydınlattılar kendi yollarını sonunda. O zaman işte elimde haritayla kim bilir kaç zamandır aradığım kendi hayatımın definesini buldum en paha biçilemez olanından. Belki yirmi yıl evvel okuduğum kız lisesinde dirsek çürüttüğüm, belki dört sene evvel hayatım tepetaklak olduğunda dertleşip içki tokuşturduğum, belki de dün gece tanıştığım kadınlar; hayatımın tümü bir defineyse onlar içindeki pırlantalar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder