15 Ağustos 2011 Pazartesi

Günün getirdikleri...?

Gün derken “bugünü” yahut “bir günü” kastetmiyorum. Biraz daha uzun, biraz daha derin aklımdaki gün. Zamanla ölçülmüyor; değişime, hissiyata endeksli. Değişim iyi midir? Değiştim kelimesini geliştimle değiştirebiliyorsak hayatımızda geldiğimiz noktada ve bunu yaparken Kaf Dağı’nda gezinmiyor, olduğumuz gibi görebiliyorsak kendimizi ne ala! O zaman evet, değişim iyidir…
Tepemde kocaman bir mercek, ben nereye, o da oraya. Kendim koydum onu birkaç gündür yukarı; şimdi de altında rahat edemiyorum. Burası sıcak oldu, durulacak gibi değil, güneşi çekti tabi, sıktı mı ne bir de? Bilmişçe yerleştirdim onu oraya da, git diyince gitmiyor, illa bir şey görecek, içimi dışımı irdeleyerek. Şaka bir yana, bu öyle bir süreç işte, girdin mi, “ha yok ya, ben bir çıkayım, sonra bakarız” diyemiyorsun. Otur tart dur kendini…
Aslında hiç sıkıntılı değilimdir, bunu da evet marifet olarak görürüm çünkü içinde yaşadığımız dönemde sıkıntılardan sıkıntılara gark olmak, karanlıklar prensesi kostümüyle gezinmek en kolayı. Önemli olan morali yüksek tutmak, bunalımın beş santim sağından, beş santim soluna yalpalayıp durmamak, kendini iyi tanımak ve sana neyin iyi geldiğini bilmek.
Yolun yarısına gelenler bilirler bunu, benim gibi…
Konuyu kabuğa getireceğim de lafı dolandırıyorum. Bir zaman “kabuklu hayvanlardan” da “kabuklu insanlardan” da nefret ediyorum diye yazmıştım bir yazımda. Şimdi o KABUK lafı daha bir batmaya başladı hem gözüme hem derime. Fark ettim ki bende de oluşmaya başlamış. Hayır, enayi değiliz elbette, yolu yarıladık dedik ya bir şeyler yaşadık, yaşam tecrübemiz oldu, kendimizi de daha iyi tanıdık ve hep coşkulu, tutkulu, iyimser karakterimizi değiştirmeden yaptık bunu, ben yani öyle yaptığımı düşündüm. Sonra bir gün aynaya baktım şuursuzca, üstümde nerden geldiğini bilmediğim kahverengi bir hırka. Aba gibi, kaba bir şey...! Kahverengiden nefret ederim oldum olası. Hangi ara geçirmişim üstüme, kendim mi giydim, biri mi giydirdi hatırlamıyorum. Çirkin görünüyorum. Çıkarsam üşür müyüm? Yazın ortasındayız, yine de tedbiri elden bırakmasam mı, ara ara serin oluyor, bazen buz kestiğim de oluyor galiba şimdi düşününce. Biraz dursun en iyisi, yakıştı mı ki acaba? Hayır, hayır ben kahverengiden nefret ederim, off dalıyor zaten bunun kumaşı…
Hırka soğuğa değil de neye karşı diye düşünüyorum da bir süredir; neler çıktı altından, neler. Ailenin, aşkın, dostluğun, güvenmenin, sığınmanın, alışmanın, barışmanın, yaşamanın, yani hayatta bizi mutlu edebilecek “her şeyin” yokluğuna karşı diyebilir miyiz? Yok, ben galiba bir süre daha cıbıl gezeceğim bu hayatta zira üstüm başım kat katken tadı çıkmıyor saydıklarımın hiçbirinin. “Everything’s coming up roses” aka. “her şey güllük gülistanlık olacak”… Gül ve gülistan her zaman diken klişesiyle birlikte gelir ama hayat da böyle bir şey zaten.
Bir baksanız mı acaba siz de neler giymişsiniz farkında olmadan diye. Belki incecik bir gömlek sizinki, belki kazak, üstüne polar, üstüne palto, üstüne battaniye, şapka, atkı, eldiven, gözlük…? Şık ve havalı mı ki böyle? Ne kaldı o zaman sizden geriye hayatı özgürce yaşayan, keşfeden?
Belki birdenbire değil ama mevsimi geldiğinde, doğru adam, doğru kadın, doğru dost, doğru akraba, doğru iş, doğru kedi geldiğinde az biraz soyunabilirsiniz, yaklaşıp dokunabilirsiniz, yavaş yavaş… Bütün bunlar da tabi farkındalık işi, gerisi hep kendiliğinden geliyor ya zaten…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder