2 Ocak 2011 Pazar

Deprem Çantası

Geçen yazın başında yazmıştım bu yazıyı; hafif revize ederek paylaşma vakti gelmiş…
Galiba yalanla gerçeğin, hüzünle sevincin, anıyla umudun birbirine karışması gerekiyor benim oturabilmem için bu bilgisayarın başına… İnsanlar ve bitmek tükenmek bilmeyen korkuları, darda kalınca kullanmak için hazırladıkları ilk yardım çantaları ve içine koydukları şeyler, daha da kötüsü duygular!
Deprem çantası hazırlarken içine su, ilaç, kimlik filan koymayı akıl ettiniz de aşk acısı veya gönül yarası için hazırlayacağınız “çuvala” panzehir olarak ne koyacağınızı düşündünüz mü hiç? Ben düşünmemiştim açıkçası, rastgele elime geçeni atıveriyordum içine belki lazım olur diye. Sonra bir baktım ki benim çantam gerekli gereksiz, işe yaramaz zıvırlarla doluyken, çoktan karşımdaki çantasını özenle hazırlamış, içine en ağır ağrı kesicileri birer birer yerleştirmiş. Demek ki kendisini benim kendimi tanıdığımdan daha iyi tanıyor, neyin onu iyileştireceğini çok iyi biliyor, belki bu durumu pek çok kez yaşadığı için… Bundan dolayı ona üzülmeli, merhamet mi etmeliyim? Yoo! İşte donanımlı olan o, yaya kalan ben. Hangimiz bir adım öndeyiz, tartışılır.
Çanta, çuval filan dedik, ilaç dedik… Sanırım kendimizi kötü hissettiğimizde şapkadan tavşan çıkarır gibi çuvalımızdan çıkaracağımız, zalimliğimizi belgeleyecek en etkili şey “insan”! Baktınız mı elinizdekinin içine şöyle bir, kaç kişi sığdırmışsınız oraya diye? İlk tercihimiz olmamakla birlikte, canımız yandığında, içimiz acıdığında teselli bulmak ümidiyle sarıldığımız “elde var bir”lerden bahsediyorum, evet. Eh tabi arada bir evdeki hesabın çarşıya uymadığı da olmuyor değil, çaktırmadan çuvala sokuşturuverdiğiniz adam/kadın, incir kasasının içinden fırlayarak kız kulesindeki prensesi sokan zehirli yılana dönüşüveriyor. Karşınızdakini azımsamışsınız, tehlikeli olabileceğini aklınızdan bile geçirmemişsiniz çünkü o rengini, kabuğunu ortama göre ayarlamış, o profesyonel, çünkü aynı kasanın içine birçok defa konulmuş…! Gittikçe iyicene vicdan hesaplaşmasına çevirmeden, ben bu yılanı, çuvalı bırakıp başka bir şeyden bahsedeyim...
Önceden de aslında birçok defa dile yazmıştım insanın kendi arzularının, daha doğrusu en çok arzuladığının peşine düşmesinin ne kadar samimi ve doğru olduğunu düşündüğümü. Pek azımız bunu hakikaten yapabilecek kadar güçlüyüz ne yazık ki. Birisinden hoşlandığımızda kendimizi onun karşısında güçsüz hissediyorsak, onun tarafından terk edileceğimiz veya canımızın acıyacağı düşüncesine saplanıp kalıyor, hâlihazırda orada duran, bize hayranlıkla bakan bir çift göze yönelmeyi tercih ediyoruz. Sonuç ne mi oluyor, o bir çift gözün sahibini de kendimizi de kandırıyor ve mutsuzluğumuzu başkalarının yanında ilişkimize dair abartılı davranışlar ve sözlerle dolu maskeler takarak gizlemeye çalışıyoruz. Ve sonra da tüketiyor, tükeniyor, beslenmeyi bırakıyor gittikçe tembelleşiyoruz. Hislerimiz kuruyor onları yeşertecek gözyaşı bile akmıyor…
Tercih meselesi elbette… Kim karışır ki? İster severim, ister severmiş gibi yaparım değil mi?
Bir arkadaşımla sohbet ederken geçenlerde düşündüm, acaba bu dönemin kadın ve erkeklerinin sorunu ne diye. Hakikaten üzerine düşünülesi bir durum bence! Gerçi biz kadınlar sevmeye ve sevgiye bu kadar bağlıyken, oldukça benzer organlara sahip organizmalarmış “gibi görünen” adamlardaki korku ve savunma mekanizmaları, “sevg….” diye başlayan her şeyi inanılmaz bir refleksle hemencecik niçin tepiveriyor anlamıyorum. Biz mi tuhafız, onlar mı? Bunu da çözebilmiş değilim. Hepimizin acıları, üzüntüleri var, “taş değiliz ya be adam” diye bağırmak istiyorum, taş değiliz ama fazla mı cesuruz? Cesaret, saflık, hatta aptallık mı şimdilerde bilemiyorum. Özge Fışkın’ın şarkısı aklıma geliyor: “kendi küçük bahçemde kocaman duvarlarım var.”
Duvar örmedik diye elceğizlerimizle yetiştirdiğimiz güllerle dolu, gözümüz gibi baktığımız bahçe bahçe değil mi yani? Talan edilesi arsa mı? Kaç defa daha eski haline çevirecek gücümüz olacak ruhsal ve fiziksel? Romantik miyim? Hayır, hiç de değilim bence. Bahçemi seviyorum o kadar… Duvarı, kapısı, bacası yok demek, “her kim olursan ol, yine de gel” demek (insanca – ve yine sadece insanlara) benden ne götürüyor veya bir şey katıyor mu, bilemiyorum. Belki de oturup bunu düşünmeliyim bir süre.
Sonra neyi değiştirebileceğim kendimde gerçi ondan da pek emin değilim…
Galiba değişmek de istemiyorum, “ben böyle güzelim, falan filan…” bu da Redd’den bir şarkı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder