6 Aralık 2010 Pazartesi

Dokunuyor bana...

Dokunuyor bana…
Sevdiğim insanların acı çekmek istemeleri, bundan vazgeçememeleri, girdabın içini kendilerine mesken tutmaları çok dokunuyor. Elimi, kolumu, beynimi, ruhumu, kalbimi akıtmak, bir sopanın ucuna tutturup uzatmak istiyorum derine, onları oradan çıkarmak istiyorum, yapamıyorum. Yapamamak dokunuyor bana…
Ya keçeleştirmeye çalışıyorlar kalplerini, ya maskelerin ardına gizleniyorlar, ya duvarlardan duvar beğeniyorlar kilden, kerpiçten, tuğladan, ytongdan ne varsa etraflarına örecek, ya da olmadıkları bir insana dönüşmek için varlarını yoklarını buna harcıyorlar aslında başaramayacaklarını içten içe bilerek…
Bu kadar u-mutsuzluk dokunuyor bana…
Coelho’nun eserinden uyarlanma bir film seyrettim az önce. “Veronica decides to die” – “Veronica ölmek istiyor” demişler adına. Umutsuzlukla başlayıp mutluluğa vardı film ama o tanıdık yüz ifadeleri içime kazındı, şimdi de çıkmıyorlar bir türlü zihnimden. Eşime, dostuma benzetmek o filmdeki karakterleri, dokunuyor bana…
Sen de dokunuyorsun bana… Heyecanın, telaşın, kendinden kaçma hevesin, başka biri olursan mutsuzluğundan ve hezeyanlarından kurtulacağını sanman kalbime dokunuyor. Ellerini tutmak istiyorum sıkıca, “canım benim, bir başka yol daha var” demek istiyorum. Bunu dememe ramak kalmışken her seferinde kayıplara karışman dokunuyor bana… Ukalaca okuduğun “o bildiğinin” de aslında hiçbir boka yaramadığını görmek dokunuyor bana…
Usulca, hayır son derece hoyratça dokunduğun kalbimin, çaresizce var olan dokunulmuşluğu artık dokunuyor bana…
Şahit olduğum bunalımına üzülüp üzülüp de bir damla gözyaşı bile dökememek dokunuyor bana…
Kendim için yıllarca neden bilmem zırıl zırıl ağlayıp da şimdi sana ağlayamamak dokunuyor bana…
Çok dokunuyor be canım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder